Translate

11 Şubat 2018 Pazar

DİNLER ŞEHRİ KADİM MARDİN

                                         

                                            KASIMİYE MEDRESESİ MARDİN






   Mardin’de Artuklular döneminde yapımına başlanmış olan, Timur döneminde Moğalların saldırıları sonucucu yapımı yarım kalan mimaridir. 1457 -1502 yılları arasında Akkoyunlu sultanı Cihangir oğlu Kasım Mardin’e atanmış ve medresenin inşasına devam etmiştir. Medrese iki katlı olup, tek bir avlu etrafında ve cami ve türbe ile birlikte külliye şeklinde yapılmıştır. Kapı çeşitli işlemelerle süslüdür; günümüze kadar bir kısmı tahrip olmuştur. Binanın batısında Şafiiler’in kullandığı dikdörtgen biçiminde kubbeli mescit bulunmaktadır. Doğusunda Sünnilerin kullandığı mescit bulunmaktadır. Bu mescit Yapının kuzeyinde ise çeşme yer alır.




700 yıllık bir tarihe sahip medresede toplam yirmi üç medrese odası bulunur. Bunların on biri alt katta, on ikisi üst kattadır. Güneş doğduktan batana kadar tüm derslikler aydınlıktır. Medresede hem dini ilimler hem fenni ilimler icra edilmiştir Sınıf olarak tabir edilen küçük odaların üstünde o dersliğin hangi bilime ayrıldığını gösteren astronomi ve tıp bilimine ait simgeler bulunmaktadır.



        Rivayetlere göre Kasım Paşa burada katledilmiştir. Rivayete göre “Kasım Paşa’nın kız kardeşi, Kasım Paşa öldüğünde kanlı gömleğini ağıtlar yakarak eşliğinde eyvanın duvarlarına sürmüştür ve hala o duvarlara su döküldüğünde duvardaki kan izleri belli olduğu” söylenir.
Günümüzde Medresenin müze düzenleme çalışmaları devam ettiğinden o dönemden kalma birçok tıbbi malzeme çerçeveler içinde avluda sergilenmektedir.



3 Şubat 2018 Cumartesi

DÜNYANIN İLK ÜNİVERSİTESİ : MOR YAKUP KİLİSESİ



Mardin ilinin önemli ilçelerinden olan Nusaybin Suriye sınırında konumlanmaktadır. M.Ö.4500 yıllarında Subarular tarafından kurulan kent, günümüze kadar birçok uygarlığın gelip geçtiği ve kesintisiz iskânın devam etiği nadir yerlerden biridir. Yukarı Mezopotamya’da ve ipek yolu üzerinde yer aldığı için birçok medeniyetin bilim ve ticaret merkezi olduğu gibi birçok savaşın yapıldığı ve savaşlarla el değiştiren yıkımlara uğrayan bir kent olmuştur.




     
           Ortadoğu’da ortaya çıkan Hıristiyanlığın, asıl gelişme güçlenme alanı Yukarı Mezopotamya’ da kurulan ve Nusaybin’i de kapsayan Abgar devletinde olmuştur. Mor Yakup, Nusaybin’de MS 3. yüzyılın ortalarında dünyaya gelmiştir. MS 309 yılında, Nusaybin piskoposluğuna getirilir. Mar Yakub Nusaybin'deki kilisenin küçük olmasından dolayı Mor Yakub Kilisesi'ni 313 yılında inşa ettirmeye başlar. Üç nef ten ibaret olan yapı Bazilikal planda olup Geç Roma ve Erken Bizans Mimari özeliklerini içinde barındırmaktadır. Yaklaşık 1700 yılık olan kilise birçok yerinde yüksek kabartma tekniğinde yapılan bezemelerle süslü olup bu bezemeler çok iyi korunmuş bir haldedir.




Piskopos Mar Yakub 326 yılında Nusaybin okulunu kurar. Dünyanın ilk üniversitelerinden biri olan bu okulda kaynaklarda 800–1000 kadar öğrencinin yatılı olarak okuduğu geçmektedir. Nusaybin Okulunda teolojinin yanı sıra felsefe, mantık, edebiyat, geometri, astronomi, tıp ve hukuk derslerinde verildiği yine birçok kaynakta geçmektedir.

8 yüzyıl başlarında, Bölgeye yapılan Arap akınlarıyla beraber Nusaybin 737 yılında Arap egemenliğine geçer. Bu Nusaybin de İslam dininin de Hıristiyanlıkla beraber yaşamasına sebep olur. Arapların Nusaybin’i zaptı ile beraber İslam Mimarisi de kendini kentte baş göstermeye başlar.







Zeynel Abidin Camii konum olarak Mor Yakub kilisesinin yaklaşık 50 m. Batısında yer almaktadır. Yapım kitabesi olmadığından hangi tarihte inşa edildiği kesin olarak bilinmektedir. Camiinin enine planından erken Camii mimarisi örneklerinden olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed'in 13 torunundan biri olan Zeynel Abidin ve onun kız kardeşi Zeynep'in türbelerinin bulunduğu, ilçenin en önemli camisi olduğu gibi her iki türbeden kaynaklı İslam dininin önemli mabetlerinden biridir.






Mor Yakub Kilisesi İle Zeynel Abidin Camisin biri biriyle ilişkisi sadece yakın konumlanmalarından ibaret değildir. Sürekli olarak biri birleriyle anılan bu iki yapı ortak bir tarihi geçmişe de sahiptir. Kaynaklarda Zeynel Abidin camiinin yapımı için gerekli olan paranın Tanrı yolunda harcanacağı düşüncesiyle iki Hıristiyan Rahip tarafından verildiği geçmektedir. Osmanlı dönemi kayıtlarında ise Mor Yakup kilisesiyle Zeynel Abidin Camii’nin ortak vakıf mülklerine sahip olduğu geçmektedir. Gerdrude Bell in 1910 yılında çektiği fotoğraflarda Mor Yakup kilisesiyle Zeynel Abidin caminin arasında her hangi bir yapının olmadığı ve tek bir yerleşke alanı yarattıkları görülmektedir.  Bununla beraber Zeynelabidin Camii minaresi Süryani bir usta tarafından yapılmış ve kilise çan kulelerinde bulunan dekoratif ve mimari öğeleri Zeynelabidin Camii minaresine de taşımıştır. 1952 yılında yapılan bu minare Kültürler arası ilişkinin yakın zamana kadar geldiğinin de göstergesidir.  




Proje Süreci:
Nusaybin İlçe merkezinde yer alan bu iki yapıyı kapsayan Kültür ve inanç parkı projesi fikri 1999 yılında Nusaybin Belediye Başkanlığı tarafından ortaya atılmıştır. 2000 yılında Belediye ve ÇEKÜL (Türkiye Çevre ve Kültürel Değerleri Koruma Vakfı)Vakfı ve Mardin Valiliği  işbirliğiyle çalışmalar başlatıldı. Mor Yakub Kilisesi için Süryani Kadim Cemaati Midyat Metropolitliği ve Mor Yakub Kilisesi’nin yasal sahibi olan Mardin Süryani Kadim Deyrüzzaferan Kilisesi Vakfı yönetim kurulunun desteği elde edildi. Yerelden başlayan bu proje daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığımızın da katılımı ve sahiplenmesi ile sürdürülmektedir.

ÇEKÜL Vakfı’nın teknik elemanlarınca kilisenin röleve çizimleri hazırlanmış ve kilisenin özgün halini en doğru şekilde yansıtacak restitüsyon ve restorasyon projelerinin çizilebilmesi için kilise bahçesindeki 7metreye kadar çıkan yoğun toprak dolgunun kaldırılması ve toprak altındaki temel kalıntıların açığa çıkarılması amacıyla Kültür Bakanlığından kazı izni alınmıştır. 2000 yılında Diyarbakır Müzesi Başkanlığında başlatılan kazı çalışmaları, 2002 yılından itibaren de Mardin Müzesi Başkanlığında sürdürülmektedir.

Daha önceki dönemlerde bilinçsiz imar planlarıyla Mor Yakup kilisesi ve Zeynel Abidin arasında konumlanmış 7 adet konut kültür Bakanlığı tarafından istimlâk edilmiş her iki yapının arasındaki özgün mimarinin açığa çıkarılması için bu konutlardan bir kısmı boşaltılıp yıkıldı. 2007 ve 2008 yılarında yapılan kazı çalışmaları bu evlerden boşalan yerlerde devam edildi. Batı kısımda yapılan kazı çalışmalarında kilise müştemilat yapılarının Zeynel Abidin Cami’ye doğru uzandığı tespit edildi.

KAYNAKÇA : https://www.pinterest.de/pin/453878468675423303/

20 Ocak 2018 Cumartesi

SÜMELA ( MERYEM ANA ) MANASTIRI


Meryem Ana (Sumela) Manastırı - Trabzon





Meryem Ana (Sumela) Manastırı Trabzon’un Maçka İlçesinin Altındere Köyü sınırları içinde, Altındere vadisine hakim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan Sumela Manastırı, halk arasında "Meryem Ana" adı ile anılır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı, bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür. Meryem Ana adına kurulan manastırın "Sumela" adını "siyah" anlamına gelen "melas" sözcüğünden aldığı söylenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlar’ dan geldiği düşünülmekte ise de, Sumela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir.



Doğu Karadeniz kıyılarının Türk egemenliğine girmesini takiben Osmanlı Padişahları pek çok manastırda olduğu gibi Sumela’ nın da haklarını korumuşlar, bazı imtiyazlar vermişlerdir. Sumela Manastırı’nın 18. yüzyılda bir çok bölümü yenilenmiş, bazı duvarlar fresklerle süslenmiştir. 19. yüzyılda büyük binaların ilave edilmesiyle manastır muhteşem bir görünüm kazanmış, en zengin ve parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde son şeklini alan manastır pek çok yabancı seyyahın ziyaret ettiği, yazılarına konu edilen bir yer haline gelmiştir.






Trabzon’un 1916-1918 yılları arasındaki Rus işgali sırasında manastıra el konulmuş, 1923’den sonra tamamıyla boşaltılmıştır. Sumela Manastırı’nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazma’dır. Bu yapılar topluluğu oldukça geniş bir alan üzerine inşa edilmiştir. Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin bugün büyük bölümü yıkılmıştır. Dar uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmaktadır. Buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir.Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir. Manastırın ana ünitesini meydana getiren kaya kilisesinin ve ona bitişik şapelin iç ve dış duvarları fresklerle donatılmıştır.





Kaya kilisesinin içinde avluya bakan duvarda III. Alexios dönemine ait fresklerin varlığı tespit edilmiştir. Şapeldeki freskler ise 18. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir ve üç ayrı devirde yapılan üç tabaka görülmektedir. En alt tabakanın freskleri daha üstün niteliktedir.
                      


KAYNAKÇA : https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/sumela-manastiri-girisindeki-60-tonluk-kaya-dusurulecek,stUDjGaxmkWETip8SLKnZg/DNCFMo5RC0SraLQKd3yx_w

Kaynakça: İl Kültür veTurizm Müdürlüğü  

HASANKEYF TARİHİ

Hasankeyf Tarihi
Hasankeyf'in ne zaman ve kimler tarafindan kuruldugu bilinmiyor.Ancak sehir ve etrafindaki binlerce magara insanlarin buraya çaglar öncesinden yerlestigini gösteriyor.
Hasankeyf, insanligin en eski yerlesim yerlerinden biri olan Mezapotamya bölgesinde yer almaktadir. Hem içinden Dicle nehrinin akip gitmesi, korunmaya müsait cografi yapisi, mesken olarak kullanilan binlerce magarasi hep dikkatleri çekmis ve çaglar boyunca stratejik önemini korumustur. Yekpare tastan meydana gelen kalesi nedeniyle "Hisn Keyfa" adini almistir. Ancak baska isimler de kullanildigi bilinmektedir.


ANTiK DÖNEMDE HASANKEYF
Milattan önceki dönemlerde Hasankeyf'in ne gibi tarihi gelismelere sahne oldugu, kimlerin burada hüküm sürdügü tarihin karanlik sayfalarindan biridir. Bu konuda yazili herhangi bir kaynak bulunmamaktadir. ilerid yapilacak arkeolojik çalismalar bu konuya isik tutacaktir. Yalniz Mezapotamya bölgesine hakim olan kavimlerin en gözde yerlerinden birinin Hasankeyf oldugunu söylemek mümkündür.

BiZANS DÖNEMiNDE HASANKEYF
Miladi ilk asirlarda Hasankeyf, Bizanslilarla Sasaniler arasinda el degistirmis. Zaman zaman Bizanslilarin zaman zaman da Sasaniler'in elinde kalmistir. Miladi dördüncü asrin ortalarinda Hasankeyf'e saglam bir kale yapan Bizanslilar, hemen hemen burayi bir daha Sasaniler'e hiç kaptirmamislardir. Bizansin hakimiyetini Müslümanlarin burayi fethettigi 7. Asrin baslarina kadar sürmüstür.

iSLAM DÖNEMiNDE HASANKEYF
Müslümanlar burayi ikinci halife Hz.Ömer döneminde M.638. yilinda fethettiler. Halifeler döneminin ardindan sirasi ile Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlilar buraya hakim oldu.
Hasankeyf, tarihi önemini Artuklular'in M.1101 yilinda buraya hakim olmasi ile ün kazandi. Bu tarihten itibaren o günkü ismi ile HiSN KEYFA, ortaçagin önemli sehirlerinden biri oldu. Artuklular, bölgenin idaresinde zaman zaman söz sahibi olduklari gibi, Hasankeyf'te de önemli eserler birakti.
Kuzeyden güneye kivrilip giden Dicle nehri üzerinde yer almasi ve o günlerde ticaretin önemli bir kisminin nehir yoluyla yapilmasi nedeniyle Hasankeyf, ticare ve ekonomik olarak da gelisti.
Hasankeyf'i Artuklular'dan alan (M.1232) Eyyübiler, henüz bölgeye tam hakim olamadan Mogol istilasi ve harabiyeti ile karsilasti. Bircok yerlesim yeri gibi burasi da altüst oldu.
Eyyubiler, Mogol sokunu atlattiktan sonra 14. Asrin baslarindan itibaren Hasankeyf'i yeniden imar etmeye basladi. Özellikle bugün Hasankeyf'te bulunan birçok eserde imzasi bulunan Eyyubiler'in, Sultan Süleyman zamaninda bu imar faaliyeti zirveye ulasti. Hasankeyf, bu yillarda tarihinin en parlak dönemlerinden birini yasadi.
Nihayet Osmanlilar'in gücüne karsi direnemeyen, Safeviler'in baskilari ve iç hesaplasmalarla iyice yipranan Eyyubiler, 1515 yilinda burayi Osmanlilar'a birakti. Bu tarihten itibaren sehir tarihi önemini kaybederek günümüze geldi. Ancak bütün ihmallere ve tabii tahribata ragmen birçok eseri günümüze ulastirdi. Simdi burada kisaca bu eserlere deginelim;

KALE
Kalenin eski çaglardan beri bir iskan yeri olarak kullanildigi magara yapilardan anlasilmaktadir. Ancak kale olarak kullanilmaya baslanmasi Bizanslilar dönemine rastlamaktadir.
Yekpare tastan olmasi nedeniyle çok korunakli olmasi, üzerinde birkaç tarihi eserin olmasi, gizli yollarla nehre inilmesi ve kaleye çikan yol üzerindeki zarif, muhtesem tas kapisiyla dikkatleri çekmektedir.
Kaleye dogudan merdivenli bir yolla ulasilmaktadir. Bu yolun hemen basinda bulunan oyma taslardan yapilmis Eyyübilere ait oldugu üzerindeki kitabeden anlasilmaktadir. Bu yolun üst tarafinda da kismen harap olmus diger bir kapi yer almaktadir.
Kalenin kuzeydogu ucunda dev bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer almaktadir. Ayrica kalede Ulu Cami, Büyük Saray yer almaktadir. Bu eserlerle ilgili bilgi verilecektir.
Kalenin dikkate deger özelliklerinden biri de, gerek Artuklular gerekse Eyyübiler döneminde buraya su çikarilmis olmasidir. Asirlarca kale bu su ile hayat bulmus. Bu suyun kesildigi olaganüstü zamanlarda kalenin kuzeyinde yer alan merdivenli yollarla nehirden su alinmis.
Kalenin tarihlerde silah zoru ile ele geçirildigi yazilmiyor.

KÖPRÜ
Tarihi kaynaklarda köprünün 1116 tarihinde Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafindan yapildigi yazili. Ancak Hasankeyf 638 yilinda Müslümanlarca fethedildigi sirada bir köprüden bahsedilmektedir. Bu nedenle köprünün antik bir temel üzerinde yapilmis olmasi ihtimal dahilindedir.
Kemer açiklilklari itibariyle ortaçagda yapilan tas köprülerin en büyügüdür. Ortadaki büyük kemeri tasiyan iki orta ayagin arasindaki açiklik 40 metredir. Dogu ve batidaki küçük kemerler disindaki ortadaki büyük kemerler tamamen yikilmis durumda.
Arastirmalara göre köprünün en büyük kemerin ortasi ahsaptandi. Düsman sehre saldirdigi zaman bu ahsap kisim yerinden kaldirilir, düsmanin sehre girisi engellenirdi. Bu özellik köprünün ömrünü kisaltmis.
Köprünün önemli özelliklerinden biri de orta ayaklari üzerinde yer alan ve on iki burcu simgeledigi tahmin edilen figürlerdir. Bir ikisi disinda tahrip olmus ve sekil olarak he ifade ettikleri anlasilmaz hale gelmistir. Köprünün ne zaman yikildigi da bilinmemektedir.

EL-RiZK CAMii
Dicle nehrinin dogusunda köprü ayagina yakin bir mevkide yer alir. Portal girisindeki kitabeden eserin, 1409 yilinda Eyyubi Sultan Süleyman tarafindan yaptirilmistir.
Bugün camiden sadece minare saglam kalmis. Kismen yikilmis portal giris kapisinda yer alan kitabenin altinda bitkisel süsler arasinda Allah'in doksan dokuz ismi yazilmis. Camiin önemli özelliklerinden biri de cami minaresinin çift yollu olmasidir.

SULTAN SÜLEYMAN CAMII
Minare serefeden itibaren bilinmeyen bir tarihte yikilmis. Minare, kusaklara ayrilmis, kusaklar farkli bitkisel süslerle bezenmis.

KOÇ CAMii
Sultan Süleyman Camii dogusunda yer alir. Genel özelliklerinden, alçi süslemelerinden Eyyübiler'e ait oldugu tahmin edilmektedir. Yer yer sökülmesine ragmen Hasankeyf'te en canli alçi süslemelere sahip bir eserdir. Kitabesi olmadigindan kesin olarak kimin tarafindan yapildigi bilinmemektedir.

ZEYNEL BEY TÜRBESI
Kisa bir süre Hasankeyf'te hakim olan Akkoyunlular'a ait tek eserdir. Akkoyunlu hükümdari Uzun Hasan'in oglu Zeynel Bey'e ait oldugu üzerindeki kitabeden anlasilmaktadir.

KALEDEKI ULU CAMi
Eyyubiler'in Hasankeyf'teki ilk eseridir. 1325 yilinda bir kilise kalintisi üzerine insa edilmis. Yapi gibi minaresi de genellikle moloz taslardan yapilmistir. Minarenin kuzeyinde bulunan alçi süsleme ve kitabe dikkate deger. Cami minberinden günümüze ulasan ahsap kitabe, yazisi ve oyma süsleri ile günümüze ulasan nadir parçalardardan biridir.

KÜÇÜK SARAY
Kalenin kuzey-dogu ucunda bulunmaktadir. Saray, asagidan itibaren yontulmus kaya kütlesi üzerinde insa edilmis. Eyyubilerin Hasankeyf'teki ilk eserlerinden biridir.
Kuzeye bakan cephedeki pencerenin üstünde iki aslan kabartmasi, bu kabartmalarin ortasinda kufi levhalar yer almaktadir. Sarayin kuzey ve bati cephelerinde alçi süslemelerin izlerine rastlamaktadir.

BÜYÜK SARAY
Kalenin kuzeyinde Ulu Camiinin altinda yer almaktadir. Büyük ölçüde yikilmis ve göçükler altinda kalmistir. Yapinin en önemli özelligi, binadan bagimsiz, giris kapisinin karsisinda diktörtgen bir kulenin yükseliyor olmasidir. Burasi kesme taslardan örülmüs, köprüden oldugu gibi taslar madeni kromplarla birbirine kenetlenmistir. Burasinin gözetleme kulesi veya yildirimlik görevi gördügü tahmin ediliyor. Genel özelliklerinden dolayi Artuklulara ait
oldugu tahmin ediliyor.

              KAYNAK : http://batmande.com/sayfa-detay/hasankeyf-tarihi-3.html

HASANKEYF FOTOĞRAFLARI İLE DE BÜYÜLEYİCİ







                                            KAYNAK : http://listelist.com/hasankeyf-tarihi/

HASANKEYF'İN VASİYETİ

                            HASANKEYF’İN VASİYETİ
Tanrı evreni ve insanları, insanlar medeniyetleri, medeniyetler beni yarattı.
     Adım, Hasankeyf. 12000 yaşındayım.
     Benden önceki zaman hakkında hiçbir bilgim yok ancak, yaşadığım 12000 yıl boyunca gördüklerimi, tanık olduklarımı sizler, siz benim katillerim, hayâl dahi edemezsiniz.
     Ölüyorum ben; öldürdünüz.
     Sizler benim katillerimsiniz. Sizler medeniyetin, kültürün, tarihî mirasların düşmanı olan barbar bir topluluksunuz. Irkçı, kavmiyetçi, dînci, mezhepçi, sınıfçı ve cinsiyetçi bir topluluksunuz.
     Bana acıyasınız diye yazmıyorum bu vasiyetimi. Bilakis, acınacak halde olan sizlersiniz. Merhamet dilenmiyorum sizden. Aksine, size merhamet etmesi için Yaratıcı’ya dûâ ediyorum. Sizin benden esirgediğiniz merhameti, dilerim Tanrı sizden esirgemez.
     Biliyor musunuz; ben bu yazıyla size vasiyetimi kaleme alıyorum ama, ben doğduğumda yazı henüz icat edilmemişti.
     Henüz Asurlular yokken, Urartular yokken, Sümerler, Babilliler, Gutiler, Hurriler, bunların hiçbiri yokken ben vardım.
     Daha İbrahim doğmamışken, Zerdüşt doğmamışken, Yunus, Musa, İsa ve Muhammed doğmamışken, ben vardım.
     Avesta yokken, Tevrât yokken, İncil ve Kur’ân yokken, ben vardım.
     Hepsini gözlerimle gördüm, yaşadım. Gözlerimin önünde doğdular, gözlerimin önünde büyüdüler, mücadele ettiler ve gözlerimin önünde yayıldılar.
     Gördükleriniz içinde benden daha eski olan tek şey, beni beslemek ve doyurmak için yaratılan Dicle Nehri’nin şiir gibi akan sularıdır.
     Beni öldürdünüz. Ama öldükten sonra, sizden şikâyetçi olmayacağım; aksine, dediğim gibi, sizin benden esirgediğiniz merhameti sizden esirgememesi için Tanrı’ya dilekte bulunacağım. Çünkü ben medeniyetim; sizler gibi barbarlık değil.
     Göz göre göre öldüm ben, gözünüzün önünde öldüm. Yıllardır hasta yatağımda “Ölüyorum, ölüyorum” diye feryad ediyordum ama siz kılınızı bile kıpırdatmadınız. Beni kurtarmak bir yana, her biriniz başka bir darbe vurdunuz, beni öldürmek için birbirinizle adetâ barbarca yarıştınız.  
     Kaç yaşındaydım ben, biliyor musunuz? Tam 12 bin yaşındaydım be vefâsız insanoğlu, 12 bin yaşında.
     Mezopotamya dediğiniz ne ki, torunum yaşında sayılır.
     Ben bu güzelliğimle kurulup da “Hasankeyf” adını aldığımda, henüz ne “Kürdistan” diye bir isim türemişti, ne “Kafkasya” ne de “Anadolu” diye bir isim. Botan Çayı’na bile henüz bir isim verilmemişti be, ne sanıyorsunuz siz beni?
     Kimleri kimleri gördüm ben, biliyor musunuz? Kimleri kucağımda besledim, büyütüp adam ettim? Lololar, Gutiler, Hurriler, Mitanniler, Urartular, Sümerler, Asurlular, Medler, Kadueneliler, Kardular, Kommagenêliler, Sophaneliler, Adiabeneliler, Mihraniler, Romalılar, Persler, Eyyubîler, Selçuklular, Osmanlılar, hepsi benim elimin altında büyüdüler.
     Kral Dakyanus’tan kaçan o yedi genç ve bir köpek, Ashab-ı Kehf, benim mağaralarımda saklandılar. 309 yıl uyudular koynumda.
     Her gece üstlerini örtüyordum hastalanmasınlar diye, o tertemiz alınlarını okşuyordum, o imânlı yüreklerine korku düşmesin diye o yedi delikanlıya kahramanlık ninnileri okuyup kendilerine cesaret aşılıyordum.
     Avesta, benim serin gölgemin altında yazıldı. Ben ilham kaynağı olmasaydım, nasıl edebilirdi Zerdüşt onca güzel sözü?
     Ahura Mazda’nın ilahî buyruğuydu: Bana hiç zarar vermedi Bilge Zerdüşt. Bir çakıl taşıma bile zarar vermedi, veremezdi. Ahura Mazda yasaklamıştı. İlk, beni sevmeyi öğretmişti.
     “Hasankeyf’i inciten Hüda’yı incitmiş olur. Hasankeyf’in kıymetini bilen, Hüda’ya yakın olandır. O halde Hasankeyf’i koruyun, Dicle’nin sularını kirletmeyin.” Buydu ilk âyetleri Avesta’nın.
     İbrahim doğduğunda, adını ben koymuştum. “Bra-him”, yani “mağaranın kardeşi”. Ebesi oluyorum. Kardeşi Harran’ın da aynı şekilde.
     Abraham ve Harran, bu iki kardeşi ben büyüttüm, temel eğitimlerini ben verdim. Onlara Tanrı’yı anlattım. Tanrı’nın bana öğrettiklerini ben de onlara öğrettim.
     Biliyor musun ey zalim insanoğlu, yeryüzünün en barbar yaratığı, biliyor musun, ben varken, daha dînler bile yoktu.
     Dîn yoktu, devlet yoktu, ordular yoktu, tarımcılık bile yoktu, ama ben vaaaardım! Vardımmmm!..
     Kimleri kimleri gördüm ben, bir bilsen âh, bir bilsen…
     Makedonya Kralı Büyük İskender’e seferinde ben yol gösterdim. Selahaddîn Eyyubî’ye Kudüs’ün yolunu ben açtım. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’a ata binmeyi ben öğrettim. ben sürdüm. Benim suyumdan içmeseydi hiç o kadar güzel olur muydu Adiabane Kraliçesi Helena?
     Göz göre göre ölüyorum ben. Göz göre göre öldürdünüz beni.
     Sizler benim katillerimsiniz. 12 bin yıllık hayatıma acımasızca son verdiniz. Sizler medeniyetin, kültürün, tarihî mirasların düşmanı olan barbar bir gürûhsunuz. Barbarın tâ kendisisiniz!
    
      Kaç yaşındaydım ben, biliyor musunuz? Tam 12 bin yaşındaydım be vefâsız insanoğlu, 12 bin yaşında.
     Mezopotamya dediğiniz ne ki, torunum yaşında sayılır.
     Ben yok oluyorum artık.
 
     Sizden nefret ediyorum ey insanoğlu!
     Ben yok oluyorum.
   


                                                                      KAYNAK : İBRAHİM SEDİYANİ

HASANKEYF

DİNLER ŞEHRİ KADİM MARDİN

                                                                                       KASIMİYE MEDRESESİ MARDİN    Mar...